Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’tan Cuma Mesajı
“Tevekkül, hedefe ulaşmak için gerekli olan maddi ve manevi sebeplerin hepsine başvurduktan ve yapacak başka bir şey kalmadıktan sonra Allah’ın bizimle beraber olduğunu hatırdan çıkarmadan ona dayanıp güvenmek, ötesini ona bırakmak ve bu konuda ona sonsuz bir güven beslemek demektir. Bu muhkem inanç, insana güç ve kuvvet verir. Gerek karşılaşmak istemediğimiz, kaçındığımız sonuçlar konusunda, gerek ulaşmak istediğimiz sonuçlar hususunda takınmamız gereken tavır; ‘De ki, ‘Bizim başımıza ancak Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O bizim yardımcımızdır.’ Öyleyse müminler, yalnız Allah’a güvensinler’ ayetiyle işaret edilen tavırdır. Özetle, bizler sahip olduğumuz bütün imkân ve yeteneklere rağmen temelde zayıf varlıklarız. Karamsarlık, korku ve endişe gibi durumlar, bizdeki zayıf tabiatın en belirgin göstergelerindendir. Fakat endişe veya korkudan ziyade güven duygusu hayatı yaşanabilir kılacaktır. Bu sebeple Yüce Allah’ın bize bu konudaki ikramı olan tevekkül değerine sarılmalıyız. Her konuda olduğu gibi bu konuda da rehberimiz, Sevgili Peygamberimize (s.a.s.) kulak vermeliyiz. Nitekim o, ‘Müminin başka hiç kimsede bulunmayan ilginç bir hâli vardır. Onun her işi hayırdır. Eğer bir genişliğe, nimete kavuşursa şükreder ve bu onun için bir hayır olur. Eğer bir darlığa, musibete uğrarsa da sabreder ve bu da onun için bir hayır olur’ buyurmuştur. Dolayısıyla bizler karşılaştığımız her meseleyi mümin feraseti ve tevekkül bilinciyle yorumlamalı, sabır ve şükür terazisinin dengede kalmasını sağlamalıyız. Diğer yandan etkenler ve sonuçlar ne olursa olsun yaşadığımız hiçbir olayı varoluş sebeplerimizden biri olan ‘yeryüzü imtihanı’ndan ayrı düşünemeyiz. Çünkü bu dünya, bir imtihan yeridir. Haddi zatında ömür dediğimiz sermaye, hayat dediğimiz zaman dilimi, aslında imtihan için bize tanınan süredir.
Dolayısıyla insanın karşısına çıkan her türlü sıkıntı, zorluk, acı, yokluk, dert ve musibet imtihanın birer parçasıdır. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim de iman edenlerin mutlaka sınanacağını belirtir. ‘İnsanlar, imtihandan geçirilmeden sadece ‘iman ettik’ demeleriyle kurtulacaklarını mı sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir’ ayeti bu gerçeği bize haber vermektedir. Diğer bir ayette ise Rabbimiz şöyle buyurmaktadır; ‘Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar başlarına bir musibet gelince, ‘Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz ona döneceğiz’ derler.’ Bu salgın da şüphesiz insanlık tarihinin ağır imtihanlarından birisidir. İlahi imtihan karşısında bizlere düşen, imtihanı kazanma gayreti olmalıdır. Zaten Cenab-ı Hak katında önemli olan da sınanma ile karşılaşınca inananların ortaya koyacağı sağlam tavırdır.
Bu sağlam tavrın sacayakları tedbir, tevekkül ve duadır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) böyle güçlü bir duruşu şöyle anlatır: ‘Mümin, taze ekine benzer. Rüzgâr hangi taraftan eserse onu o tarafa yatırır. Rüzgâr sakinleştiğinde ise yine doğrulur. İşte mümin böyledir; bela ve musibetler sebebiyle eğilir fakat yıkılmaz.’ Biz biliyoruz ki doğumlar, ölümler, tabiat olayları, afet ve musibetler kısaca iyi veya kötü, hayır veya şer her şey Cenâb-ı Hakk’ın izni ve iradesi ile meydana gelir. Bütün tedbirlere rağmen insanoğlu musibete maruz kalabilir. Bu yüzden öncelikle karşılaştığımız olaylara soğukkanlı ve metanetli şekilde yaklaşmalı ve zorlukların üstesinden nasıl geleceğimize odaklanmalıyız. Bunun geçici dünya hayatının bir imtihanı olduğunu bilmeli, umudumuzu ve direncimizi kaybetmemeliyiz. ‘Acaba bizden kaynaklanan bir kusur ya da hata var mı?’ diye düşünmeli, kendimizi de muhasebeye çekmeliyiz. Zira musibetlerin meydana gelmesinde kimi zaman insanların da kusurlarının bulunduğunu yüce Allah bizlere bildirmektedir. O Kur’an-ı Kerim’de bu konuyu şu şekilde bizlere hatırlatmaktadır;
‘Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı işler yüzündendir. Allah yaptıklarınızın çoğunu affediyor (da bu yüzden size musibet vermiyor)’ buyurmaktadır. Bu noktada şunu belirtmeliyim ki, bugün küresel boyutta yaşadığımız sorunlarda insanoğlunun zaaflarının, ihtiraslarının, sorumluluk bilincini ihmal etmesinin önemli bir payı vardır. Mesela küresel bir çevre sorunu olarak havanın, suyun, toprağın kirletilmesi, atmosferin zedelenmesi gibi meseleler bütün insanlığı ilgilendiren büyük hadiselerdir. Dolayısıyla sözü edilen olumsuz tablo, esasında insanoğlunun hatalarının bir sonucudur. Bu da insan-çevre ilişkisini başta sorumluluk duygusu olmak üzere emanet, güzel ahlak ve salih amel bağlamında yeniden gözden geçirmenin elzem olduğu sonucunu ortaya koymaktadır. Aksi takdirde yaşanacak çevresel krizlerin, küresel musibetlerin, yaşadığımız dünyayı topyekûn kaos ve kargaşaya sürüklemesi kaçınılmazdır. O halde insanın başına gelen her şeyde bir imtihan boyutunun varlığını göz ardı etmeden, yaşanan hadiseleri özeleştiri ve nefis muhasebesi çerçevesinde değerlendirmek, daha güvenli ve güzel bir gelecek inşa edebilmemizin yolunu açacaktır. Musibeti göğüslerken her müminin asla unutmaması gereken üçüncü ilkemiz ise duadır.
Dua müminin en güçlü dayanağı, en büyük korunağı, en etkili devasıdır. Zira zihnî, kalbî ve bedenî yorgunluk, sıkıntı ve çaresizliklerin giderilebilmesi için sekinete ve Rabbimize ilticaya her zamankinden daha çok ihtiyacımız bulunmaktadır. Bunun temin edilmesi için de en özel ve bereketli yardımcımız hiç şüphesiz duamızdır. Bizler Allah’a muhtaç olduğumuz kadar O’na duaya da muhtaç olan varlıklarız. Rabbimiz bizim duamıza değer verir ve Kur’an’da şöyle buyrulur: ‘De ki: Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin.’ O halde aziz kardeşlerim, bu dönemde her zamankinden daha fazla duaya sarılalım, Kur’an okuyalım, zikir ve tesbihatta bulunalım, hatalarımız için tövbe ve istiğfar ederek Rabbimizden bağışlanma dileyelim. Peygamber Efendimizin şu kutlu nasihatine kulak verelim: ‘Sizden her kime dua kapısı açılmış ise, ona rahmet kapıları açılmıştır.
Allah’tan bir şey istenecekse afiyetten daha güzel bir şey istenemez. Dua, başa gelen ve henüz yaşanmayan belâlara karşı fayda sağlar. Ey Allah’ın kulları, duaya sarılınız.’ Sözlerimin sonunda bir kez daha ifade etmek isterim ki millet olarak tarihten günümüze nice zorlukları birlik ve beraberlik ruhuyla aştık elhamdülillah. Şu anda mücadele ettiğimiz virüs salgınını da sabırla, soğukkanlılıkla, sağduyuyla aşacağız inşallah. Tevekkül ile takdire rıza gösterirken, alınan bütün kararlara ve tedbirlere de riayet edeceğiz. Daha çok dua ve tövbe edecek, zikir ve tefekkürle maneviyatımızı güçlendireceğiz. Birbirimize karşı duyarlı ve anlayışlı olacağız. Fitneden, asılsız ve korku yayan haberlerden uzak duracağız. ‘Allah, indirdiği her hastalığın muhakkak şifasını da vermiştir’ buyurarak insanlığa ümit aşılayan Peygamberimize güveneceğiz. Yüce Rabbimiz hepimize akıl, feraset ve hikmetle davranmayı nasip etsin. Zorluklarımızı kolay eylesin. Şerleri hayırlara tebdil eylesin. Hastalarımıza acil şifalar lütfeylesin. Kardeşliğimizi daim ve güçlü eylesin. Bu süreçte başta sağlık görevlilerimiz olmak üzere gece-gündüz demeden milletimize hizmet eden kardeşlerimize yardım eylesin. Sözlerimi Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin şu mısralarıyla bitirmek istiyorum. ‘Hak şerleri hayreyler. Zannetme ki gayr eyler. Arif anı seyr eyler. Mevla görelim neyler. Neylerse güzel eyler.'”
Ege’de İzmir Haber – Ege Haber – İzmir